Karbon Piyasalarında Bir Araç Olarak Karbon Vergisi
( Karşılaştırmalı bir Analiz )
Maliye Bakanlığı kökenli eski bir bürokrat olarak çevre konusu ile ilk iş temasım, 1990 yılında Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konsey bünyesinde faaliyet gösteren Muhasebe Standartları Komisyonu yıllık toplantısına katılımım ile başladı. Toplantıda çevre ile ilgili standartların gündemin önemli bir bölümünü oluşturması, konu hakkında ciddi bir araştırma yapmama ve bilgi dağarcığımın da o ölçüde artmasına neden oldu. Yaklaşık iki hafta süren bu toplantı sırasında Türkiye uygulamaları hakkında bir sunuş da yaptım. Gözlemim, yaklaşık 9 üyenin OECD adına temsil edildiği ve diğer ülkelerin o zaman 77’ler olarak isimlendirilen gelişmekte olan ülkeleri temsil ettiği forumda o günkü koşullarda Türkiye’nin oldukça ileri düzeyde bir uygulama tecrübesine sahip olmasıydı.
Aynı yılın Temmuz ayında ise “Çevre Korumacılığı Konusunda Alınabilecek Mali Tedbirler” başlıklı bir yazım bir büyük gazetede yayınlandı. Bir maliyeci olarak çevre konusundaki yaklaşımım daha sonra yazdığım makaleler de de ağırlıklı olarak kendini gösterdi.
Bugün bu panelde sizlere “Karbon Piyasalarında Bir Araç Olarak Karbon Vergisi” konusunu karşılaştırmalı olarak sunmaya çalışacağım. Girişte bahsettiğim gibi, Maliye kökenli eski bir bürokrat olmam vergi konusuna daha yakın olmama neden olsa da, elimden geldiğince tarafsız olmaya çalışacağım.
Dünya Bankası tarafından yayınlanan “Karbon Piyasalarının 2009 Yılındaki Durumu ve Eğilimleri” başlıklı Raporda da belirtildiği ve hepimizin bildiği üzere; bir önceki yıla göre geçtiğimiz yıl küresel ekonomide ciddi bir soğuma yaşandı. Ekonomik daralmanın iklim değişikliği üzerinde yarattığı olumlu etkiye rağmen, bilimsel çevrelerin yoğun baskısıyla iklim değişikliği konusu önceliğini korumaya devam etti. Bu alanda karar vericiler gerek ulusal gerekse uluslararası alanda gerekli tedbirlerin alınması yolunda kararlılıklarını sürdürdüler.
Bu alanda alınan en somut önlem AB’nin kabul ettiği AB İklim ve Enerji Tedbiridir. Bu tedbirle 2020 yılına kadar 1990 yılı seviyesinin yüzde 20’sinin altına inme, temel hedef olarak belirlenmiş; bu şekilde 2012 yılının ötesinde de karbon piyasalarının devamlılığı garanti altına alınmıştır.
Bütün bunlara rağmen, gerek AB ve gerekse diğer ülkelerce belirlenen hedefler IPPC Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde belirlenen 1990 seviyesinin yüzde 25-40 altında salınım hedefine yaklaşamamıştır.
2008 yılına bakıldığında, karbon piyasasının büyümeye devam ettiği ve 126 milyar ABD doları seviyesine ulaştığı, görülüyor. Bir önceki yılın yaklaşık iki katı bir değer. Tabloda da görüldüğü üzere; 92 milyar dolarlık bölüm sadece AB Emisyon Ticareti Programı EU ETS çerçevesinde tahsis ve türev işlemi olarak gerçekleşmiştir. İkinci büyük kalem ise Sertifikalı Emisyon İndirimi olarak adlandıracağımız (sCERs) ve spot,future ve opsiyon piyasası olarak çalışan ikincil pazardır. Rakamsal olarak boyutu 26 milyar dolardır. Bu kalemde bir önceki yıla göre beş kat bir artış gözlemlenmektedir. Belirtmek gerekirse ikincil piyasadaki işlemler, birincil piyasanın aksine, doğrudan emisyon azaltımına neden olmazlar.
Diğer piyasalara paralel olarak Avrupa Karbon pazarının Temmuz 2008’den itibaren sistematik olarak düşüşe geçtiği gözlenmiştir. Bu düşüşün nedeni de tahmin edileceği üzere; yakıt ve enerji fiyatlarındaki azalma ve küresel ekonomideki daralma olup; küresel ekonomideki üretim düşüşüne paralel olarak, emisyon seviyesinde de beklenenin ötesinde bir azalma izlenmiştir.
Tüm bu gelişmelere paralel olarak Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM) olarak adlandırılan sistem ve Ortak Uygulama (JI) olarak nitelenen mekanizmalarda düzenleyici önlemlerin gecikmesi dolayısıyla; kayıt altına alma, belgeleme gibi işlemlerde sıkıntılar yaşanmış, finansal krizin etkisi dolayısıyla da proje finansmanı sağlanmasında ciddi engellerle karşılaşılmıştır.
ABD tarafına bakıldığında ise, Waxman-Markey (W-M) yasası ile bu ülkenin politikasında ciddi bir değişim olduğu görülüyor. ABD’nin iklim değişikliği konusunda dünya sahnesinde tekrar kendisini göstermesine neden olan bu yasa ile sera gazları GHG emisyonlarında 2020 yılına kadar 2005 değerlerinin yüzde 17’sinin altındaki değerlere erişim hedeflenmekte.
AB’ye tekrar bakıldığında; AB Parlamentosunun 17 Aralık 2008 tarihinde İklim ve Enerji Paketine onay vererek, karbon piyasalarının 2012 sonrası için de devamına ışık yaktığı, görülmektedir. Bu kararla AB Emisyon Ticareti Sistemini (EU ETS) 2020 ve sonrası için AB’nin temel politikası olarak vurgulayan AB Parlamentosu, bazı hedefleri de benimsemiştir:
Bunlar:,
-2020 yılına kadar GHG toplam değerinin 1990 seviyesinin yüzde 20’si seviyesine (eğer uluslararası sistemde ciddi bir işbirliği umudu belirirse yüzde 30’a ) kadar düşürülmesi,
-2020 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının toplam üretim varlığı içindeki payının yüzde 20’ye çıkarılması,
-Enerji verimliliğinin 2020’ye kadar yüzde 20 artırılması, olarak göze çarpıyor.
Mevcut paket sonrasında, üye ülkeler arasında çeşitli konularda görüş ayrılığı çıkmıştır.
Bunlar;
-Üye ülkeler arasında tahsislerin dağıtımı ve bunların her ülke itibarıyla enerji sektörüne etkisi,
-Karbon ticaretinde ortaya çıkması muhtemel potansiyel kayıplar ve rekabetin yaratabileceği sorunlar,
-Üye ülkeler arasında taahhütlerin kapatılması ve mahsuplaşmalarda ortaya çıkması muhtemel sorunlar, olarak sayılabilir.
2006 yılında yayınlanan Stem Raporunda; karbon finansmanın emisyon azaltılması sürecinde yaklaşık yüzde 25 oranında bir etkiye sahip olmakla beraber, bu aracın daha geniş ölçekli ve uzun vadeli bir düşük – karbon uygulaması şeklinde stratejik olarak uygulanması gerektiği işaret edilmektedir.
Dünya Bankası Sürdürülebilir Kalkınma Bölümü Başkan Yardımcısı Kathy Sierra, bugünkü çalışmalar ve 2012 sonrası için yapılması gereken planlamaların, artık bireysel projeler yerine, , enerji verimliliği ve ulaşım araçları gibi sektörlere göre yapılanmış programatik yeniliklere imkan sağlayan, bir değişim sürecine girmesi gerektiğini, savunmaktadır.
Başka bir Dünya Bankası uzmanı, Bankanın Karbon Finansmanı Birimi Müdürü Joelle Chassard ise; özellikle yoksul ülkelerin ve toplumların kalkınma önceliklerinin değerlendirilmesi sürecinde yeni finansman araçlarının yaratılmasının her zamankinden daha büyük öncelik taşıdığını, söylemektedir.
Bu gelişmeler yanında karbon ticaretinin uygulanabilirliğini sorgulayanlar, Karbon Vergisini iklim değişikliği ile mücadelede ön plana çıkarmaya çalışmaktadırlar.
ABD eski Başkan Yardımcısı Al Gore’un da savunduğu bu grup; küresel düzeyde uygulanacak bir karbon vergisini savunurken, bu verginin karbon ticaretinin halihazırda yarattığı belirsizliği önleyeceğini işaret etmektedirler. Bu belirsizliğin nedenleri arasında da en belirgin örnek, küresel ekonomideki daralmaya paralel olarak karbon piyasalarında yaşanan fiyat dalgalanması, gösterilmektedir.
Çin gibi ülkelerin, karbon ticareti konusunda yarattığı çekingenlik, bu piyasaların gelişmesinde en büyük engel olarak görülmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı Baş Ekonomisti Fatih Birol’un da söylediği üzere, Çin herhangi bir iklim anlaşmasında mutlaka taraf olmalıdır. Fatih Birol ayrıca, bunun gerçekleşmemesi halinde önümüzdeki 25 yıl içinde bu ülkenin CO2 emisyonunun ABD,Japonya ve AB üyesi ülkeler de dahil dünyanın en gelişmiş ülkelerinin emisyon tutarının iki katına çıkabileceğini ifade etmektedir. Bu şüpheyi doğrulayan diğer bir bilgi de Çin’in bireysel olarak başlattığı enerji verimlilği programı ile karbon emisyonunu 2020 yılına kadar yılda 300 milyon ton düşürmeyi hedeflemesinden anlıyoruz. Hindistan’a bakıldığında da bu ülkenin başlattığı nükleer enerji programı ile yine yıllık 150 milyon ton CO2 azaltmayı planladığı, görülüyor. Daha iyi bir anlam çıkarabilmek için karşılaştırma yapıldığında; Kyoto hedeflerine ulaşabilmek için tüm AB’nin yıllık 200 milyon ton CO2 kısıtlama yapabildiği ve en büyük 100 Temiz Kalkınma Mekanizması Projesi (CDM) ile yılda ancak 100 milyon ton CO2 kısıtlaması sağlandığı, gözönde bulundurulabilir. Bu durum, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin diğer önlemlerin yanında CO2 salınımlarını en aza indirecek yatırımlara ve projelere (enerji verimliliği gibi) daha fazla ağırlık vermeleri gerektiğini, ortaya koymaktadır.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nde de (IPCC) saptandığı üzere, 2020 yılına yönelik gerçekçi bir CO2 indirim programının karbon vergisi ile önlenebilmesi için, her bir ton başına 50 dolarlık bir vergi alınması gerekmektedir. Bu verginin temel hedefi ise sera gazı salınımında aslan payını alan az sayıdaki endüstriyel tesis. Savunanlar, elde edilecek gelirin toplanması ve harcanması için her ülkenin kengi egemenlik hakkını kullanırken, uluslararası bir kurumun koordinasyonunda işbirliğinin yapılmasının önemine de değinmektedirler.
Dünya Ticaret Örgütü (WTO) benzeri bir örgütün bu alanda etkin bir rol oynayabileceği düşünülebilir. İşbirliğinin ötesinde ülkelerin yükümlülüklerinin, indirim taahhütlerinin ve uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların şekillendirilebileceği uluslararası bir yapı, tahminimce WTO ’nun uygulamada sağladığı gelişmenin çok ötesinde bir başarı sağlayabilir.
Vergi mantığının uygulanabilirliğine gelince. Bazı ekonomistler uygulama konusunda doğayı kirletene doğrudan basit oranlı bir vergi uygulanmasının en iyi çözüm olduğunu düşünmektedirler. Bu şekilde, lobilerin etkisiyle politikacıların elinde belirlenen kota ve tahsis ve değerleme ölçütlerinden kaçınılacağını düşünmektedirler. Bununla birlikte, karbon vergisi yaklaşımı birçok çevreci ve sanayici tarafından eleştirilmektedir. Çevreciler, işin doğası gereği, emisyondaki gerçek azaltma miktarlarının tespit ve tahmininde başarılı olamayacağını ileri sürmektedirler. Pratikte bu mümkün bulunmaktadır. Uygulayıcılar için vergi oranını ayarlamak büyük bir sorun teşkil etmemektedir. Benim de katıldığım görüşe göre, karbon vergisinin olumlu en büyük özelliği, emisyon maliyetleri üzerinde kesin ve net bir rakam olarak şekillenebilmesidir. Bu da, karbon emisyonu üzerindeki maliyetin şeffaf bir şekilde görünmesini sağlayacaktır. Yani, karbon vergisinin uygulanması halinde enerji santrali yatırımları ve diğer büyük ve uzun – vadeli yatırımlar için yatırımcılar önlerini daha iyi görecek ve yatırım kararını daha rahat alabileceklerdir.
Yatırım açısından mantık vergiden yana olmakla beraber, ilgili sanayiciler çoğu zaman farklı düşünmektedirler. Onlara göre, politikacılar emisyon kredilerini emisyon çıkaran şirketlere bedava olarak sağlayabileceklerdir.Bu da politik bağlantıları ve dolayısıyla lobi gücü fazla olan şirketler için adeta bir ikramiye gibidir. Geçmişte bu tür uygulamalara ve tartışmalara hem AB hem de ABD’de rastlanılmıştır.Bundan dolayı da ihale ile belirlenen karbon izinleri AB’de “yasa ile“ toplam rakamın belli bir oranı şeklinde kısıtlanmıştır.AB’de son zamanlarda tartışılan konulardan biri de karbon izinlerinin her beş yılda bir yeniden tahsis edilmesidir.Amaçlanan ise emisyon salan şirketlerin bu alışkanlıklarının uzun süre devamını engellemektir.
Emisyon ticaretine AB’nin geneli dikkate alınarak bakıldığında, birliğin bazı bölümlerinde ve özellikle yeni üyelerde farklı düşünce ve uygulamaların olduğunu, gözlemlemek mümkündür. Birçoğu güney ülkeleri olmak üzere bazı ülkeler Kyoto taahhütlerinin birlik içinde mümkün olduğunca daha gevşek olarak bağlayıcı hale getirilmesini ve bu konuda kurulması muhtemel düzenleyici kurumların da en az ölçüde yetkilendirilmesinden yana olduklarını, açıkça ilan etmektedir. Birliğe katılan ve göreceli olarak daha düşük gelirli ülkeler ise (Romanya ve Bulgaristan gibi) büyüme konusunda engel gördükleri tüm uygulamalara, pratik nedenleri de ileri sürerek karşı çıkmaktadırlar.
Ortak Uygulama (JI) kapsamında bulunan Rusya ve Ukrayna’da Kyoto sürecinde olmak için benzer gerekçelerle bedava emisyon tahsisi alma peşindedirler.
AB’nin para birimini yaklaşık kırk yılda uygulamaya koyduğu ve halen üye ülkeler arasında para politikasının uygulanabilirliği konusunda yaşadığı sıkıntılar dikkate alındığında, etkili bir uygulama yapacak “Uluslar üstü” bir düzenleyici otoritenin olmaması halinde emisyon kontrolü konusunda yeterince başarı sağlanamayacağı açıktır.
Karbon ticareti konusunda uluslararası alanda birden fazla piyasa olması da uzun vadede piyasalarda birden fazla para dolaşımı etkisi yapacak bir görünüm arz etmektedir. Uzun vadede küresel sistem bunları birleştirebilecektir. Ancak yeni dönemde model, tepeden inme bir uygulama yerine Kyoto Mekanizmasının kullanılması ile aşağıdan yukarıya doğru genel kabul görmüş adeta yeni bir para birim yaratılmış bir düzen gibi olacaktır.
İklim Değişikliği mücadele sürecinde, daha etkili bir sonuç alınması için bu birkaç aşamalı melez bir plan uygulamak mümkün bulunmaktadır.
1-Her şeyden önce sera gazı salınımının (GHG) kontrolünü sağlayacak bir vergi zorunlu olarak uygulanmak üzere yürürlüğe konulmalıdır.
Politikacılar karbon piyasasını ve “sınırla-pazarla” (cap and trade) sistemini daha çok severler. Vergi, tanımı gereği bırakın uygulamasını, tartışılması bile kamuoyunda rahatsızlık yaratan bir olgudur. Bize göre vergi tanım olarak açıktır. Yatırımcı firmalar karbon emisyonu üzerinde muhtemel vergiyi düşünerek daha mantıklı ve uzun vadeli kararlar alabilirler. Halbuki fiyatların sürekli oynak olduğu “sınırla-pazarla” mantığı akıllı kararlar alınmasını engeller.
Vergi sistemleri daha şeffaftır; kolay anlaşılır. Yapısal olarak vergi uygulamaları kelime arası ifadeler ve noktalamalar nedeniyle boşluklar taşıması ve diğer uygulama sorunları olmasına rağmen, politik kayırma ve sahteciliğe(corruption) daha az imkan tanırlar. Vergiler, ihtiyaç duyulduğunda daha kolay ayarlanabilme özelliğine sahiptirler.
Diğer bir mantık; yerkürenin etrafındaki atmosfer hepimizin malıdır. Kamu malıdır. Kirletenlerle, kredi kullananların kullanımına bırakılamaz. Bırakılması halinde ticaretin gerektirdiği sonuç, toplumsal faydanın önüne geçer.
2-Sanayileşmiş ülkeler gelişmekte olan piyasalarla ilgilenirken daha akıllıca politikalar ve stratejiler uygulamak durumundadırlar. Temiz Kalkınma Mekanizması(CDM) dikkate alındığında; en fazla kredi kullanan ülkeler, örneğin İngiltere ve Japonya sistemi idare eden Yönetim Kurulu nezdinde ciddi bir lobi yaparak daha etkin ve herkes tarafından kabul edilebilir bir modelin kurulmasını sağlamak durumundadırlar.
Bu işe gönül veren gelişmekte olan ülkeler oldukça etkin bir politika reformunu kendi ülke yapılarına uygulayacak şekilde uygulamalıdırlar.Bu ülkeleri daha az karbon içeren yakıt kullanımına teşvik için uluslararası kurumların da teknik bilgi ve finansman desteğini eksik etmemeleri, gerekmektedir.
3-Sorumluluk alması gereken her devlet, emisyonun azaltılması için piyasa tabanlı iklim politikaları uygulamak zorundadır (Karbon vergisi ve akılcı ticaret yöntemleri). Bunların dışında da; dolaylı olarak karbon kullanımının azaltılması yönünde politika önlemleri almak durumundadırlar.
4-Sonuç olarak ilgili devletler yeni teknolojilerin yaratılması ve uygulanmasına yönelik politikaları geliştirmek durumundadırlar.Temel olarak fiyatlar iklim değişikliği sorununu çözmede yeterli değildir. ABD’deki Electric Power Research Institute’ın yaptığı bir araştırmaya göre; “...eğer AB’de uygulanan karbon fiyatları ABD’de uygulamaya konulsa idi; birçok enerji üreticisi yeni teknolojiye sahip bir üretim tesisi kurmayı bir süre ertelerdi. Halen ABD’deki konvansiyonel kömürlü santralların çoğu nükleer santraldan, rüzgar santralından ve doğal gazla çalışan santraldan daha ucuza mal olmaktadır. Karbon fiyatları diyelim ki ton başına 40 dolara veya daha yukarı yükseltiğinde, daha yüksek bir teknolojiye yönelinmesi düşünülmekle beraber, sonuç bu şekilde olmayabilecektir. Sonuçta büyük santal yatırımcıları/üreticileri çitin gerisinde oturup, daha yüksek bir karbon fiyatının gelişip, gelişmediğini bekliyor olacaklardır. Doğrusu birçok faktör dürüst bir “düşük karbon politikasının” oluşumunu engelleyecektir.”
Sonuç olarak Karbon Vergisi ve Sınırla-Pazarla yöntemleri birlikte değerlendirildiğinde vergi lehine bazı yorumları ilave etmekte yarar görüyorum.
-Karbon Vergisi ile toplanan vergi hasılatı doğrudan ilgili ülke Hazinesine gitmemeli, yani geleneksel Hazine birliği prensibinden vazgeçilerek, özel bir Fonda toplanmalıdır. Bu Fon Maliye Bakanlığı yerine ilgili ülkenin Çevre veya varsa İklim Değişikliği ile Mücadele Bakanlığı bünyesinde toplanmalıdır. Fonu yöneten birim, ilerde kurulması muhtemel Dünya Ticaret Örgütü WTO benzeri bir kurumun hem gelir hem de harcama yönünden idari vasiyeti ve kontrolu altında çalışacaktır. Toplanan gelir yine uluslararası standartlara uygun bir şekilde yeni emisyon azaltıcı yeni teknolojilerin kullanılması, enerji verimliliğinin artırılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşviki amacına uygun olarak kullanılmalıdır. Vergi oranı, tahsil usulü ve harcama alanları ülke ve ülkeler grupları itibariyle bu uluslararası kuruluş tarafından ve önceden belirlenmiş yöntemlere göre belirlenecektir.
-Karbon vergisi veya daha sempatik bir ifade ile Karbon Resmi ve/veya Harcı, Sınırla-Pazarla yöntemine göre nihai tüketici açısından daha az maliyetlidir. Vergi idaresinin Karbon Vergisin tahsil ederken neden olduğu idari masraf, Sınırla-Pazarla yönteminin ticaret sistematiğinin neden olacağı maliyetten daha düşüktür. Bu da sınırla-pazarla yönteminin enerji maliyetlerini daha fazla artırabileceğini ortaya koymaktadır.
-Karbon Vergisi fosil karbon içeren ürünlerin yeryüzüne çıktığı veya ülkeye ithal edildiği kaynakta belirli bir oranda, örneğin her milyon BTU başına 5 dolar gibi bir rakam olarak alınabilir. Sayıca az faaliyet olması nedeniyle idari maliyet oldukça düşük olacaktır.Böyle bir vergi alınması halinde (ABD örnek alındığında) ve vergi 5 dolar olur ise toplam Karbon Vergi değerinin 300 milyar dolar olacak şekilde tahminde bulunulmaktadır.Sözkonusu tahmine göre, verginin ilk uygulamaya başlaması ile birlikte ilk yıllar için düşünülen yıllık vergi tahsilatı 300 milyar dolar olabilecektir. Toplanan gelirin temiz enerjili bir ekonomi için önemli bir kaynak olduğu ifade edilmekte; bu gelirle, temiz enerji kullanan nihai tüketiciler ile proje sahiplerinin desteklenmesi hedeflenmektedir. ( Barry Hanson’un Ferdinand Berker’ın 2.2.2009 tarihinde yazdığı “Emisions Trading: A Brief Negative Resume “ başlıklı yazıya aynı gün yaptığı yorumdan alınmıştır.)
-Başka bir yoruma göre; sınırla ve pazarla yönteminde iki adet piyasa koşulu bulunmaktadır: piyasa fazlası ve piyasa açığı.
Bu durumda denge nasıl sağlanacaktır? Genel olarak bakıldığında piyasa açığı ile fazlası arasında nasıl bir mesafe bulunduğu belli değildir. Karbon piyasasına bakıldığında, farzedelim piyasanın beklentisinin ötesinde bir arz fazlası olduğunda; bu durumda değeri kim nasıl belirleyecektir?
Fiyatı marjinal maliyet çekeceği için, fiyat oldukça düşük kalacaktır. Tersi durumda ise, yani tahsislerde beklenenden daha az bir arz varsa, yüksek fiyat seviyesi arz artırılsa bile fazla etkilenmeyecek, ancak, talepte azalma olması halinde fiyat seviyesi geri çekilebilecektir.
Bu durum da sınırla – pazarla sistemindeki sorunu, yani fiyatın oluşumundaki belirsizliği, net bir şekilde ortaya koymaktadır. (James Carson’un aynı makaleye yine aynı gün yaptığı yorumdan alınmıştır)
-Son bir yorum da, özellikle AB’de EU ETS mekanizması ile karbon emisyonunun azaltılmasında ciddi bir belirsizlik olmasına rağmen, sonuçta Avrupalı nihai tüketici üzerinde enerji maliyetlerindeki artış nedeni ile ciddi bir yük biriktiği, yönündedir. Bu yükün hane halkı başına yıllık 200 dolar cıvarında olduğu tahmin ediliyor. Aynı görüş esas kazançlı çıkan kesimin üçüncü dünya ülkeleri olduğunu ve en büyük lehdarın Rusya olduğunu, ifade etmektedir. Bu görüşe göre karbon kredisinin en büyük kaynağı Rusya’dır. Bu durumda da AB, Rusya’ya doğal gaz ve kömür tedariki konusundaki katkısının ötesinde, karbon azaltılması programına sağladığı bu yardımseverliği için de teşekkür etmek durumundadır. (Adrian Lloyd’un aynı makaleye 5.2.2009 tarihinde yaptığı yorumdan alınmıştır)
Son olarak, AB uygulamasına yönelik eleştirilerden, Karbon Piyasalarının yeni bir uluslararası düzenleme ile yeniden toparlanma gerektiği sonucuna ulaşılıyor.
Mevcut sistemin doğrudan serbest piyasa koşullarına bağlı olması ve ülkelerin tahsis sistemleri ile ihale sistemlerinin farklılık göstermelerinden kaynaklanan sorunlar, sistemin yeniden sorgulanması gerektiğini ortaya çıkarıyor.
Mekanizmaya yeni ve büyük oyuncuların yakında dahil olacağı göz önünde bulundurulduğunda, Karbon Vergisi natifi de dikkate alınarak yeni bir uluslararası düzenin kurulmasında yarar gördüğümüzü ifade ederek, sunumuma son veriyorum.
Saygılarımla,
Enver GÜNEY
Uni-Mar Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Üyesi
Kaynakça:
-“2007-2008 Türkiye Enerji Raporu”, Dünya Enerji Konseyi Türkiye Milli Komitesi, Aralık 2008.
-“State and Trends of the Carbon Market 2009”, The World Bank, May 2009.
-“Emissions Trading: A Brief Negative Resume”, Professor Ferdinand E. Banks, Scientific American, February,02,2009.
-“Making Carbon Markets Work (Extended Version)”, David G. Viktor ve Danny Cullenward, Scientific American, September,24.2007.
-“Emisyon Ticareti Sistemi ve Karbon Piyasası”, Sibel Berrin Güçlü, Etibank PAG Müdürlüğü.
-“Cap and Trade is Bad- A Stealth Tax on Energy”, Thomas Pyle, EnergyBiz, January/February 2009.
-“Karbon Piyasaları ve Türkiye” Ömer Akyürek, Yeni Enerji, Temmuz/Ağustos 2008.
Kaynak : Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi