Almanya’nın enerji Rönesans’ı
Almanya, gelecek nesillere ucuz ve temiz enerji kaynakları bırakacak tarihî bir dönüşüme imza atıyor. Ülkedeki nükleer santraller kapatılırken elektriğin yüzde 80’i yenilenebilir kaynaklardan üretilecek.
Almanya’nın geniş caddeleri ve görkemli binalarıyla meşhur başkenti Berlin’de bisiklet kullanımı çok yaygın. Kaldırımlarda bisiklet park alanları dikkat çekiyor. Şehrin önemli noktalarında ve özellikle ulaşım terminallerinin önünde ucuza bisiklet kiralamak mümkün. ‘Bisiklete binemem’ diyenler de küçük smart otomobil kiralayabiliyor. Ödeme kredi kartı ile de yapılabiliyor. Avrupa çapında yaygın olan uygulamada amaç ferdî otomobil kullanımını en aza indirmek. Almanya’da 4 gün boyunca şahit olduğumuz bu ve bunun gibi uygulamalar büyük bir enerji dönüşümü planının bir parçası. Alman Yeşiller Partisi’ne bağlı Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği ‘energiewende’ adı verilen dönüşümü yerinde anlatmak için Türkiye’den bir grup gazetecinin katıldığı gezi düzenledi. Ziyaretimiz Şansölye Angela Merkel’in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın misafiri olarak Türkiye’ye gelmesinden birkaç gün önce gerçekleşti. Üç büyük siyasi partinin temsilcilerine; çevre, ekonomi ve dışişleri bakanlığı yetkililerine; ayrıca ilgili sivil toplum kuruluşlarına tarihî dönüşümü sorma imkânı bulduk.
Almanya, bu dönüşümle elektriğinin yüzde 25’ini rüzgâr, güneş, biyokütle gibi yenilenebilir enerjilerden sağlar hâle geldi. 1994’te bu oran yüzde 4’müş. Temiz enerjiye iyi bir başlangıç yapan ülkede 2022’ye kadar tüm nükleer santraller kapatılacak. Kademeli olarak enerji ihtiyacının büyük çoğunluğu yenilenebilir kaynaklardan sağlanacak. Enerji tasarruf edilip daha verimli kullanılacak. Bu dönüşümden, 10 sene içinde elektrik üretimini üç kat artırmayı planlayan Türkiye için de çıkarılacak dersler var. Gelecek nesillere daha uygun maliyetle enerji kaynakları bırakmak icap gediyor ne de olsa…
Sanayileşmiş bir ülkede, nükleer santrallerden elektrik üretimini terk etme noktasına uzun seneler sonunda gelinmiş. Almanya’da ilk nükleer santral 1968’de faaliyete geçmiş. Sonraki senelerde 16 adet daha yapılmış. 1970’lerin sonunda ise nükleer yakıt atıklarının depolanması için yer arayışı başlamış. Seçilen yerlerde halkın büyük tepkisi ile karşılaşılmış. Tepkiler bu ülkedeki çevre hareketinin de ivme kazanmasına yol açmış. 1980’de kurulan Yeşiller Partisi, 3 sene sonra Federal Parlamento’da temsil edilmeye başlamış. Partinin ana kuruluş amacı nükleer santrallerin yasaklanması olmuş. 1986’da Ukrayna’daki Çernobil nükleer kazası Almanya’da büyük yankı uyandırmış. Türkiye’de devrin Sanayi Bakanı Cahit Aral, Karadeniz’de çay içerken; Almanya’da bu kazadan 6 hafta sonra Çevre, Doğa ve Reaktör Güvenliği Bakanlığı kurulmuş. Milenyumda ise bu ülkede enerji tarihi açısından yine önemli bir gelişme olmuş. Gerhard Schröder’in başbakan olduğu Yeşiller ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) koalisyonu sırasında, 2022’de ülkedeki tüm nükleer santrallerin kapatılacağı açıklanmış. 2005’teyse iktidara Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) geldi. Bu partinin lideri Merkel, 2009’da Yeşiller’in baskısıyla tüm nükleer santralleri 2022’ye kadar kapatacağını açıkladı. Ancak bir sene sonra bu hedefi 12 sene erteleme kararı verdi. Japonya’da 2011’de meydana gelen Fukuşima nükleer kazası Almanya’da büyük tesir oluşturdu. Mevcut 17 nükleer santralden 8’i kapatıldı. Kalanlar ise kademeli olarak 9 sene içinde devreden çıkartılacak.
Almanya örneği değerlendirilirken nükleer santrallerin kapatılması ile enerji dönüşümünü birbirine karıştırmamak lazım. Çünkü elektrik enerjisi, toplam enerji bütçesinin üçte birlik kısmını oluşturuyor. Pastanın kalan kısmı ise ulaşım ve ısınmada. ‘Enerji dönüşümü’ kavramı enerjinin kullanıldığı tüm alanları ve verimli kullanma tedbirlerini kapsıyor.
Alman Ekonomi Araştırma Enstitüsü İklim Bölümü’nden Karsten Neuhoff, enerji dönüşümünde verimliliğin önemine dikkat çekiyor. Mevcut binalarda metrekare başına saatte 250 kilovat enerji tüketildiğini dile getiren Neuhoff, yeni binalarda bu rakamın 85 kilovata düşürülmesi gerektiğini kaydediyor. Şu anda 30 kilovata düşen binalar bile varmış. Çünkü Almanya’da tüketilen enerjinin üçte biri binaların iklimlendirilmesi için harcanıyor. Binalar hazırlanan plana göre 2050’ye kadar yüzde 85 enerji tasarruflu olacak. Almanya’da binalarda yalıtım ve diğer tedbirleri alan kişilere devletin kontrolündeki yatırım bankası 15 bin avroya kadar hibe veriyor. İş bittikten sonra enerji verimliliği oranı ölçülüyor. Bu oranın yüksekliğine göre 5 ila 15 bin avro arasında destek sağlanıyor. Neuhoff, enerji verimliliği tedbirleri ve yenilenebilir enerji sektörünün her 1 milyon avro yatırıma karşılık 17 kişiye iş kapısı açtığını vurguluyor.
İnanmak, dönüşümün yarısı
Almanya’nın bu noktaya ulaşılmasının ardında 30 seneyi aşkın içtimai ve politik bir mücadele yatıyor. Bu ülkedeki yeşil hareketin geçmişini en iyi anlatabilecek kişi hiç şüphesiz yeşil aktivistlerden biri olan Dr. Herman Ott. 1970’lerin sonundan itibaren Almanya’da çok sayıda çevre eylemine katıldı. Daha sonraki senelerde Almanya’da çevre koruma için maden ve nükleer santrallere karşı açılan davaları yürüttü. Bugün, Yeşiller Partisi’nin çevre ve iklim politikaları sözcülüğünü yürütüyor. Ott, enerji dönüşümü konusunda Alman kamuoyunu ikna eden hareketin temelleri hakkında ilginç tespitlerde bulunuyor. Ott’a göre enerji dönüşümünü zorlayan kuşak, nasyonal sosyalist ebeveynlerini sorgulayan 1968 senesinin gençliği. Almanya’daki nükleere karşı mücadelenin bugünkü başarısı, geçmişte çıkar gözetmeden mücadele eden insanlardan kaynaklanıyor: “1970’te atom enerjisinin ölümcül olduğu anlaşıldığında küçük bir grup dönüşüme inanmıştı. Bu amaçla harekete geçti. Kırlara gidip rüzgâr tesisleri kurdu. Paralarını ceplerinden verdiler. Seneler boyunca kitlesel gösteriler yaptılar.” Ott, bu süreci göz önüne alarak dönüşüm için halkın büyük kesimine ihtiyaç olmadığı, inanmış yüzde 3’lük kesiminin yeteceği değerlendirmesinde bulunuyor.
Almanya’da yeşil politikalardan yana olan sivil toplum kuruluşları bu hedefin devlet politikası olması için sadece eylemlerle yetinmemiş. Konuyla ilgili geniş çaplı çözüm teklifleri hazırlamış. Heinrich Böll Stiftung Derneği Ekoloji ve Sürdürülebilir Kalkınma Bölümü Başkanı Lili Fuhr, dünyada engellenemeyen iklim değişikliğinin sosyal ve ekonomik bir dönüşüm krizi olduğunu belirtiyor. Fuhr, derneğin farklı ülkelerdeki 30 ofisi aracılığıyla bu konuda çözüm önerileri getirdiklerini; bugünlerde farklı bir toplum ve ekonomi modeli üzerinde çalıştıklarını anlatıyor.
Federal hükümetin danışmanı olarak faaliyet gösteren Küresel Dönüşüm Bilimsel Danışma Konseyi İklim ve Enerji Uzmanı Dr. Astrid Schultz da çalıştığı konseyin hükümetçe seçildiğini ve belirli dönemlerle üyelerinin değiştirildiğini ifade ediyor. Schultz, bugünlerde yoksulluk, çevre, iklim, güvenlik, enerji sistemlerinin dönüşümü ve denizlerin sürdürülebilir kullanımı ile ilgili raporların hazırlandığını söylüyor. Schultz, Alman hükümetine verdikleri raporda dünyanın biyolojik çeşitliliğinin hızlanarak yok olduğu ve azot devir daiminde sürdürülebilirliğin ötesine geçildiği uyarısında bulunduklarını hatırlatıyor. Schultz’un verdiği bilgilere göre dünyadaki ısı artışının 2050’ye kadar 2 dereceyle sınırlı kalması hedefinden şu anda insanlık uzak. Büyük bir dönüşüm süreci gerekiyor. Schultz burada ilginç bir detayın üzerini çiziyor. Yenilenebilir enerjiye dönüşüm, kaynak kıtlığından dolayı gerçekleşmeyecek. Dünyada yeterince fosil yakıt var. Sadece dünyadaki bugünkü petrol tüketimiyle 2 derecelik ısınma eşiği aşılıyor. Değişim, dünya iklimini korumak için yapılmalı.
Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) Almanya şubesi de ‘Model Almanya’ adında bir rapor hazırlamış. Rapor, iklimin korunması için Almanya’da sera gazı emisyonunun yüzde 95 düşürülmesini öngörüyor. Yapılacak işlerle politik hedefleri alt alta getiren geniş tablolara yer veren çalışmadan birçok bakanlık kaynak eser olarak faydalanıyor. Bu çalışma hakkında bilgi veren WWF İklim Değişikliği ve Koruma Bölümü Uzmanı Thomas Duveau, enerji dönüşümünün bir yönüyle paylaşım mücadelesi olduğunu belirterek doğal olarak bunun siyasete yansımaları olacağını kaydediyor. Duveau’ya göre Almanya’daki 4 büyük enerji tedarikçisi firmanın yenilenebilir enerjideki payı yüzde 10’un altında. Bu tesislerin yarısı birey olarak vatandaşlarca kuruldu.
‘Yeşil görüşler’ böyle… Peki, iktidardaki muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) bu konuda ne diyor? CDU, grup olarak nükleer santrallerin kapatılmasını desteklemiş ama partideki şahin isimler bunun bir yanılgı olduğunu açıkça ifade ediyor. CDU Enerji Politikaları Koordinatörü Joachim Pfeiffer, 20 senedir ilk defa enerji hedefleri çerçevesine oturduklarını ifade ederek iddialı bir kanun çıkardıklarını kaydediyor. Bu konunun avantaj ve dezavantajları olduğunu kaydeden Pfeiffer, konunun sadece nükleer santrallerin kaldırılmasına indirgenmesinden şikâyetçi. Pfeiffer’e göre yenilenebilir enerjiler henüz diğer enerji türleri ile rekabet edebilecek fiyatta değil. Üstelik enerji üretiminde süreklilikleri yok. Bir sanayi ülkesi için pahalı bir tercih. Almanya’nın rekabet gücünü önemsediğini belirten Hıristiyan Demokrat politikacı, Yeşiller’in gerçeği bilmelerine rağmen masraf artışından sanayiyi sorumlu tuttuklarını söylüyor. Nükleer santrallerin kapatılmasına ‘hayır’ oyu verdiğini söyleyen Pfeiffer, kararın rasyonellikten uzak ve duygusal olduğunu belirtiyor. Ancak Pfeiffer, nükleer santrallerin kapatılması konusunda savaşın bittiğini ve nokta konulduğunu belirterek artık geleceğe baktıklarını vurguluyor.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise enerji dönüşümü ve nükleer santrallerin kapatılmasını destekliyor. Partinin İklim Çalışmaları Danışmanı Heidemaria Apel, hükümetin verimliliği artırmak, şebekeyi genişletmek, yeni bir elektrik piyasası tasarlamak gibi dört büyük görevi tutarlı bir şekilde yerine getirmeyi başaramadığını savunuyor. SPD, bu dönüşümle uzun vadede Almanya’nın uygun maliyeti olan enerjiye kavuşacağı görüşünde. Apel ayrıca yenilenebilir enerji teknolojileri konusunda lider olan Alman şirketlerinin ihracatla para kazanacağını da söylüyor.
Politikacılar tartışsalar da demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi halkın isteği doğrusunda enerji dönüşümüne karar verdiler. Bundan sonra kanunların başarısı uygulamacıların icraatlarına bağlı. Almanya’da bu konuya farklı açılardan yaklaşması beklenen Çevre, Ekonomi ve Dışişleri bakanlıklarının temsilcileriyle de görüştük. Çevre Bakanlığı Enerji Politikaları Daire Başkan Yardımcısı Franszjosef Schafhuusen, enerji alanında hükümet ortaklarınca 2010’da kararlaştırılan konseptin, nükleer santrallerin hizmet süresinin 12 yıl uzatılmasını öngören bölümleri dışında geçerli olduğunu ifade ediyor. Bu siyasi karar üzerine Alman bürokrasisi katılımcı bir yöntemle yeni bir enerji planı oluşturmuş. Siyasetçilerin 4 yasama dönemi görevi varken uzun vadeli bir enerji dönüşümü vadetmelerinin anlamsız olacağını belirten Schafhuusen, bu sebeple, hazırladıkları plana ara hedefler koyduklarını belirtiyor. Schafhussen’in verdiği bilgilere göre, Almanya tıpkı Türkiye gibi enerjide dışa bağımlı bir ülke. Bu ithalatın çarpıcı bir şekilde azaltılması hedefleniyor. Böylece enerji tedarikinin güvenliği de artırılmış olacak. Para ülkede kalacak. Almanya’da yatırım yapılacak. Yeni istihdam açılacak. Schafhussen, milletlerarası teknolojinin önünde olma gibi bir formülleri olduğunu belirterek gelecek nesilleri düşündüklerini kaydediyor. Bakanlık olarak iklimi korumak için önlemler kataloğu da oluşturulmuş. Sektörlere göre yapılacakları belirleyen 180’den çok program hazırlanmış. Pencereden vanaya kadar hukuki çerçeve oluşturulmuş. Almanya Çevre Bakanlığı, ‘Acaba biz ne yaptık?’ sorusuna cevap bulmak için de her yıl iki rapor yayımlıyor. Biri hükümet tarafından hazırlanıyor. Diğer rapor ise hükümetle aynı zamanda sunulan ancak bağımsız olarak görevlendirilen uzman 4 profesörün başkanlığında oluşturuluyor. Bu rapor, hükümete hedefe ulaşıp ulaşamayacağı konusunda bir fikir veriyor, önerilerde bulunuyor.
Almanya’da yenilenebilir kaynakların enerji kıtlığı ve pahalılığa yol açacağı tezini savunanları haksız çıkartan gelişmeler de olmuş. Soğuk havaların uzun sürdüğü ve Rusya’dan doğalgaz akışında kesintiler yaşandığı 2009 ve 2010 kışında Fransa, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin enerji açığını Almanya kapatmış.
Enerji dönüşümü konusunda bir de madalyonun tersini görmek için Ekonomi Bakanlığı’nın yolunu tuttuk. Bizi Enerji Politikası Bölümü’nden iki uzman karşıladı. Görüşmenin ‘off the record’ olduğu ifade edildi. Bakanlık enerji dönüşümünün gerçekleştirileceğine inanıyor. Bunun için de çok sayıda senaryo rapor hazırlanmış. Yenilenebilir enerjilerin ithalattan bağımsız olmayı getireceği vurgulanıyor. Almanya’da ekonomi büyürken elektrik tüketiminin düştüğü belirtilerek bunun enerji verimliliği tedbirlerinin amacına ulaştığının en büyük göstergesi olduğu ifade ediliyor. Ekonomi Bakanlığı’nda yenilenebilir enerji kaynaklarına uygun iletim hatlarının yapılmasının önemine dikkat çekiliyor. Çünkü bu yapılmazsa enerji yatırımları bir manada toprağa gömülmüş olacak. Ekonomi bürokratlarına göre yenilenebilir enerjilerde maliyetler her geçen düşüyor.
Almanya Dışişleri Bakanlığı’nda ise hâkim görüş yenilenebilir enerjilerin hızla gelişmesiyle 2063’te petrol ve doğalgaz satan ülkelerin önemini büyük ölçüde yitireceği yönünde. Bakanlıkta, Birleşik Arap Emirlikleri gibi memleketlerin bu öngörüyle ticaret, finans ve turizm gibi alanlara ağırlık verdikleri belirtiliyor.
Türkiye’nin Mersin’de kurulmak üzere Rusya’ya ihale ettiği nükleer santrale Almanya’da temkinli yaklaşılıyor. Alman politikacı ve bürokratlar bir ülkenin enerji üreteceği kaynakları seçmesinin kendi millî egemenliğinde olduğunu açıkça vurguluyor. Ancak bu konudaki görüşlerini diplomatik bir nezaketle anlatıyorlar. Türkiye’nin bu girişimiyle ilgili olarak, Almanya’nın bu teknolojiyi üretmesine rağmen nükleer santrallerden kuşku duyduğunu hatırlatıyorlar. Nükleer patlama ve atık konusunda dünya yüzündeki mevcut nükleer teknolojide tam olarak güvenli bir çözüm olmadığı vurgulanıyor. Finlandiya’da yapılan nükleer santrale beklenenden 4 kat fazla para harcanmasına dikkat çekiliyor. Fransa ile İtalya arasındaki nükleer işbirliğinin bozulması da dikkate alınması istenen diğer bir sıcak gelişme.
Yenilenebilir enerji daha ucuz
Türkiye’de özellikle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve enerji bürokrasisi, bir ülkenin tüm enerji ihtiyacının yüzde 100 yenilenebilir kaynaklardan karşılanamayacağını savunuyor. Almanya’daki kanaat ise tam aksi yönde. Reiner Lemoine Institut yöneticisi Dr. Chiristian Breyer, bir enerji mühendisi. Yöneticisi olduğu enstitü ise profesyonel olarak enerji sektörüne danışmanlık hizmeti veriyor. Breyer, takvimler 2050’yi gösterdiğinde enerjinin yüzde 80’inin yenilenebilir kaynaklardan temin edilmemesi hâlinde uygarlığın bu maliyeti kaldıramayacağı görüşünde. Almanya’da en iyi yenilenebilir enerji kombinasyonlarında maliyetin 9 sente düştüğünü belirten Dr. Breyer, bugün rakamın doğalgaz ve kömürden ucuz hâle geldiğini ifade ediyor. Breyer’e göre güneş enerjisinin maliyeti her geçen yıl yüzde 5 ila 10 arasında düşecek. Almanya’da 400 bin kişinin yenilenebilir enerji sektöründe doğrudan istihdam edildiğini hatırlatan Breyer, 1990’dan beri yenilenebilir enerjiye 50 milyar avro harcandığının, oysa kömüre yapılan desteğin çok daha fazla olduğunun altını çiziyor. Dr. Breyer’in en önemli tespiti, yenilenebilir enerji kaynaklarının 2030’dan sonra Almanya’ya masraf değil, tam aksine tasarruf sağlayacağı. Breyer, bir ülkenin enerjisini tamamen yenilenebilir kaynaklardan sağlamasının mümkün olduğunu, yaptıkları modellerle ispatladıklarını anlatıyor.
www.aksiyon.com.tr
04.03.2013